Milli Kültürümüze Ait Efsaneler

milli-kulturumuze-ait-efsaneler-nelerdir

Eski dönemlerde yaşanmış olan ve dillerden dillere anlatılarak efsaneleşmiş olan hikayeler bulunmaktadır. Özellikle bazı yörelerde ve coğrafi özelliklere bağlı olarak yaşanan olayların bu efsaneler nedeniyle oluştuğu düşünülmektedir. Bu efsaneleri ve bulundukları yerler hakkındaki bilgileri sizler için derledik.

Aynalı Mağara Efsanesi

Amasya yöresine ait bir efsane olan ve geçmişten günümüze dilden dile ulaşan bir efsane olan Aynalı Mağara Efsanesi Amasya’da yaşayan Güzelce adında bir kral kızı etrafında geçmektedir. 

Efsaneye göre Güzelce adı gibi güzel ve herkes tarafından ilgi ile karşılanan bir güzelliğe sahipmiş. İnsanlar onun yüzüne uzun süre bakamaz gördükleri karşısında yıldırım çarpmış gibi kendilerinden geçerlermiş. Bu sebeple Güzelce hep peçeli gezermiş. 

Milli Kültürümüze Ait Efsaneler

Gel zaman git zaman kral kızının evlenme zamanın geldiğini düşünüp civardaki diyarlara haber göndermiş. Bu çağrıya karşılık olarak dört bucaktan şehzadeler, vezir çocukları, dünya zenginleri, yiğitler, bilginler Amasya’ya gelmiş.

Daha sonra Amasya meydanında toplanan genç delikanlılar Güzelce kıza talip olarak beklemeye koyulurlar. Aralarından hiç biri Güzelce’nin yüzünü görmeye cesaret edemezler. Bunun üzerine fakir ve yiğit bir delikanlı Güzelce’ye talip olur. O da Güzelce’nin peçesini açtığında birden bir elektriklenme olur ve ikisi de yere yığılırlar. Güzelce ve yiğit delikanlı oracıkta ölüler.

Daha sonra ikisinin de mezarı şehre yakın bir bölgede iki kaya mezarlığında ayrı odalara defnedilir. Efsaneye göre onlar defnedildikten sonra kaya mezarlığının dışı ayna gibi parlamaya başlar. Bundan sonra buraya Aynalı Mağara adı verilir. 

Sarıkız Efsanesi

Sarıkız efsanesi Çanakkale iline bağlı Ayvacığın bir köyünde yaşayan Sarıkız adında bir kızın hikayesidir. Sarıkız ailesi ile mutlu bir şekilde yaşadığında küçük yaşta annesini kaybeder.

Bunun üzerine Sarıkız’ın babası bulundukları yerden göç etmek ister ve göç ederler.  Kaz dağlarının  eteğinde bulunan Güre köyünün yakınlarındaki Kavurmacılar köyüne göç eden baba kız burada hayvancılık yaparak geçimlerini sağlarlar.

Köylüler tarafından zamanla çok sevilirler. Öyle ki belli bir süre sonra köyde bulunan yaşlılar ve gençler sarıkızın babasına akıl danışmaya gelirler. 

Köylüler arasında onun ermiş olduğu konusunda konuşmalar da başlar. Böylece uzun yıllar geçtiğinde  Sarıkız büyüyüp genç kız olduğunda babası da yaşlı bir ihtiyar olur.

Babasının tek isteği ise hacca gitmektir. Hacca gitmek için dualar eder ve Allah’a yalvarır. 

Sarıkız babasının hacca gitme isteğini yerine getirmesi için onu destekler. Babasına artık büyüdüğünü kendisine bakabileceğini, daha fazla yaşlanmadan hacca gitmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine babası Sarıkız’ı komşusuna emanet ederek hacca gider. O devirlerde hacca gitmek uzun aylar sürdüğü için babası hacdan gelene kadar Sarıkıza birçok talip çıkar. Sarıkız ise onlara yüz vermez ve onlar da buna karşılık ona iftira atarlar. Köyde büyük bir dedikodu çıkarırlar. Sarıkızın babası hacdan döndükten sonra kimse onunla ilgilenmez selamını almaz. Bunun üzerine durumu öğrenmeye çalışan yaşlı adama kızının kötü yola düştüğünü söylerler. 

Sarıkızın babası bu üzüntüye dayanamaz ve kızının öldürülmesini istemediği için onu Kaz dağlarının zirvesine götürüp bırakır. 

Sarıkız burada yaşamaya başlar ve aradan geçen uzun yıllar bir söylenti duyulur. Bayramiç tarafından geçen yolculara bir kızın yol gösterdiği ve iyilik yaptığı söylenir. Bunun üzerine yaşlı adam o kızın Sarıkız olduğunu düşünerek yola koyulur. 

Sarıkız bu civarda hemen hemen her ihtiyacı olana yardım etmiş ve hatta çiftçilerin mahsullerine zarar veren kargaları önlemek için eteğine doldurduğu taşları saçarak bir avlu yaptığını ve artık kazların oraya geçmemesini sağladığı rivayet edilir. Günümüzde bu yerlere kaz avlusu adı da verilmektedir. 

Tüm bu olayları duyan baba Kaz dağlarının zirvesine çıkarak kızını bulur. Sarıkız babasına sarılır ve ona saygı ve hürmet eder. Babası namaz kılmak istediğinde ona hemen su döker suyun tuzlu olduğunu anlayan baba su tuzlu der. Bunun üzerine Sarıkız testiyi vadilere uzatır ve testinin içi buz gibi suyla dolar. Babası bu olanları görünce kızının ermişliğini anlar ve köylülerin ona iftira ettiğine kanaat getirerek onlara beddua eder. 

Bu beddua ile orada bulunan Kavurmacılar adlı köyde kimsenin kalmadığı rivayet edilmektedir. Köyün adı ve kendisi tamamen silinmiş olduğu söylenmektedir. 

Kaz dağlarının zirvesinde gezen baba ve Sarıkız daha sonra burada vefat ettikleri için burada olan tepelere Sarıkız tepe ve Baba tepe olarak isim verilmiştir. Onların mezar taşları olarak taşları yassı şekilde sıralayan halk efsaneyi yaşatmaya devam etmektedir. Efsanenin gerçekliğine inanan halk yıllardır her yıl Ağustos ayında bu tepelere çıkarak Sarıkız ve babasını anarlar.

Bitlis’te Beş Minare Efsanesi

Tarihi bir efsane olarak kabul edilen ve hüzünlü bir türküye de isim veren Bitlis’te beş minare efsane geçmişte Rus İşgalini gören Bitlis şehrinin harabeye dönüşmesini konu edinen bir hikayedir. 

Rus işgalinden kaçan baba ve oğul Bitlis’te düşmanın çekildiğini haber alarak Bitlis’e dönmek üzere yola çıkarlar. Bitlis’e yaklaştıklarında şehre hakim konumdaki Dideban Dağı eteğine varırlar. Baba, şehirdeki durumu öğrenmek için oğlunu şehre gönderir. 

Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan babasına şöyle seslenir: ‘’Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış’’ bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle bir ağıt yakarak oğlunu yanına çağırır. 

Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel.

Yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel.

Bitlis’in eski dönemlerde oldukça gelişmiş bir şehir olduğu ve birinci dünya savaşından önce nüfusunun 30000 olduğu daha sonra savaş çıkınca halk göç eder ve nüfus 3000´e düştüğü bilinmektedir. 

Bitlis’te Beş Minare Efsanesinin Diğer Rivayeti İse;

Bitlis’in  Rus işgalinden çıkmasından sonra Bitlis ordularının basında olan kişi olan komutan şerif bey, savaş sonrası Bitlis’in son halini görmek ister. Bunun için Bitlis’e yüksekten bakar ve her yerin yerle bir olduğunu sadece 5 minarenin kaldığını görür ve oturup bu türküyü seslendirir. Bundan sonra bu tepeye Şerif bey tepesi adı verilmektedir. Bu ağıt zamanla türkü olarak kullanılır ve birçok yerde hikayesi ile hüzünle anılır. Bitlis’te beş minare savaşın ve arkada bıraktıklarının ifade edildiği bir türkü olarak yıllarca söylenmiştir.

Akdamar Efsanesi – Van

Van gölünde kıyıya 5 kilometre uzunluğunda bir ada bulunmaktadır. Bu adaya Aktamar ya da Akdamar denilir. Akdamar adasında günümüzde kimsenin yaşamadığı sadece martıların yaşadığı bilinmektedir. Akdamar adası üzerinde Akdamar kilisesi de bulunmaktadır. Akdamar efsanesi de adını bu kiliseden almaktadır. 

Akdamar kilisesi geçmiş rivayete göre, MS 815 yılında yapılmaya başlanmış, yapılması 100 yılı aşmış bir kilisedir. 

Akdamar kilisesi  Ermeni tapınağı olarak yapılmış ve içerisinde kutsal kitaplardaki hikâyelerden alınmış konuları işleyen kabartmalar işlenmiştir. 

Akdamar kilisesi birçok efsaneye ev sahipliği yapan bir kilise olarak birçok hikayede de adı geçmektedir. 

Akdamar efsanesine göre geçmişte bu adaya kimse uğramaz ayak basmazmış. Keşişler buna izin vermezlermiş. Çünkü bu ada sadece keşişler için oluşan bir ada olduğuna inanılırmış. Adaya yalnızca keşişler ve keşiş olmak isteyenler alınabilirmiş. Buradan gidenler ise ancak keşiş olduklarında gidebilirlermiş. 

Bu kilisede yaşayan baş keşişinin Tamara isimli güzel bir kızı varmış. Tamara güzelliği ile tüm kızların kıskançlığını ortaya çıkarırmış. 

Efsaneye göre adanın karşı kıyısındaki Gevaş’ta yaşayan bir delikanlı tek başına yaşarmış. Delikanlı yiğitliği ile tanınır gündüzleri gölde avladığı balıkları yer, gölde saatlerce yüzermiş. 

Çok iyi yüzücü olduğu için bir gün yüzerken adaya gelmiş. Merak ederek adaya çıkmış ve badem ağaçları arasında saklanmış. Badem ağaçları arasında çiçeklerin içinde oturan Tamarayı görmüş ve onun yanına gitmiş. Tamara onun nasıl geldiğini ve kim olduğunu sormuş bunun üzerine ona baş keşişin kızı olduğunu ve uzaklaşması gerektiğini söylemiş. Tamara ile delikanlı birbirlerinden hoşlanmışlar ve ikisi de yüzmeyi sevdiğinden bahsetmiş. 

Daha sonra iki genç aralarında anlaşarak göl kenarında buluşmaya başlamışlar. Gizli buluşmaları zamanla bir aşka dönüşmüş ve birbirlerine aşık olmuşlar. Her fırsatta buluşmaya başlamışlar bunun üzerine Tamara babasının görmesinden endişelerini belirtince delikanlı gündüzleri değil geceleri buluşmalarını söylemiş. Akşam olunca Tamara mum alacak ve kıyıdaki kayalığa gelecek delikanlı da mumu görünce yüzerek karşıya gelecekmiş. 

Bu şekilde buluşmaya devam eden sevgililer her fırsatta mum ile birbirleri ile anlaşarak buluşabiliyorlarmış. Tamara kayalıklara giderek mum yakıyor delikanlı da karşı kıyıdan yüzerek sevgilisiyle buluşmaya geliyormuş. Fakat Tamarayı kıskanan genç kızlardan biri onu takip ederek buluştuklarını görmüş ve baş keşişe anlatmış. Baş keşiş bu duruma oldukça sinirlenmiş ve bunu anlatan kıza kimseye bir şey söylememesi eğer söylemezse onu ödüllendireceğini belirtmiş ve kendisini de o kayalıklara götürmesini istemiş. Keşiş akşam olunca kızını takip ettiğinde her şeyi görmüş ve bir plan yapmış. Hiç kimseye söylemeden delikanlıdan kurtulacak ve bu olayı da böylece kapatacakmış. 

Bu durumu sessizce çözecek ve böylelikle baş keşişliğine zarar vermeden bu durumdan kurtulacakmış. Bunun için fırtınalı bir gecede kayalıklara gidip mum yakmış. Bunu gören delikanlı Tamara’nın kendisini çağırdığını zannedip dalgalara atlamış. Tamara ise dalgaların yüksekliğinden korktuğu için sevgilisini çağırmak istememiş. Bu da keşişin işine gelmiş. Keşiş bu fırtınalı havanın delikanlıdan kurtulmak için bir fırsat olduğunu anlayarak mum yakıp beklemiştir.

Efsaneye göre o fırtınalı gecenin yaşandığında Tamara da bunları hissederek gölün kıyısına gelir ve Ah Tamara sesini burada duyar ve kendisi de suya atlar. 

Delikanlı Tamaraya ulaşabilmek için tüm uğraşlarına rağmen kıyıya ulaşamadığı gibi geri de dönemez. Bu efsaneye göre ikisinin de son buluşması gölün altında olmuştur.

Dalgalarla saatlerce uğraşan ve kayalıklara çıkmayı başaramayan delikanlı saatlerce uğraşmadan sonra iyice güçsüz kalmış. Yüzdükçe yüzmüş ama bir türlü kıyıya ulaşamamış. Dalgalar daha çoğalmış ve fırtına gittikçe artmış. Dalgaların engeliyle delikanlı tam kayalıklara yaklaşacakken bir fırtına gelmiş ve son bir nefes alarak ah Tamara, ah Tamara diye bağırmış. Ve suyun derinliklerinde kaybolmuş. 

Delikanlının sesi dalgaların ve fırtınanın sesine karışmış bunu duyan Tamara da kendisini suya bırakmış. Efsaneye göre iki sevgili gölün dibinde buluşmaya devam etmişler. Bu olaydan sonra Ah Tamara çığlığını duyan herkes bu adaya bu adı takmışlar. Zamanla bu isim Akdamar olarak kalmış. Ve günümüzde Akdamar adını almasına neden olan efsane de bu şekilde sonlanmış. 

Akdamar kilisesinin olduğu bu adada bu efsane yıllarca dillerden dillere anlatılmış ve günümüze ulaşmıştır. Efsaneye konu olan Tamara ismi zamanla Damar halini almış ve Akdamar ismi ile bu ada ve Kilise adlandırılmıştır. 

Yazı gezinmesi

Mobil sürümden çık